Kadir Özbilgin Köşe Yazıları Manşet Tokattan

“İnsanlık mı yüz kadar adamın malıdır yoksa bu yüz kadar adam mı insanlığın malıdır?”

Sayın Devlet Bahçeli’nin “Merkez Yönetim Kurulu, Merkez Disiplin Kurulu ve Milletvekilleri Ortak Toplantısı” nda yaptığı konuşmayı izlediniz mi bilmiyorum, ben izledim.

Yetmedi, konuşmasını bir kez de yazılı metinden okudum.

Hacı Bektaşi Veli’nin dediği gibi Türkiye’nin ve yurttaşın “özüne ve haline bakan” bir konuşmadan çok uzak, giriş ve “stratejik hedeflerini” anlattığı kısa bölümlerini saymazsak, neredeyse bütünü yalnızca CHP’ye,” Millet İttifakı’na” yöneltilen küçültücü sözlerin, aşağılamaların, suçlamaların, ötekileştirmelerin yer aldığı, MHP adına üzücü ve düşündürücü bir konuşma…

Sayın Bahçeli kendisine, Mevlana’nın “Günün adamı olma, hakikatin adamı ol. Gün değişir ama hakikat değişmez” deyişini anımsatacağımız büsbütün koçaklamalı (hamasi) bir konuşma yapmış.

Biliyoruz ki, varsıl bir ailenin çocuğu olan, 1999 yılından bu yana milletvekilliği (1999-2002 arasındaki koalisyon hükümetinde de Başbakan Yardımcılığı) yapan Sayın Bahçeli’nin tuzu kurudur.

Bu nedenle de “Soygun var!”, “Geçinemiyoruz” gibi yazılı asıların (afişlerin) ortaya çıkmasına neden olan yüksek elektrik faturaları, doğal gaz faturaları,  çarşı pazardaki tepe yapmış sebze meyve ederleri, tepe yapmış enflasyon oranı, beşli çete, işsizlik, yurttaşın sokağa dökülmesi vs. bu uzun konuşmasında yer bulamamış.  Bunun yerine sanki bugüne kadar ittifak ortağı değillermiş, ellerini tutan varmış da yapamamışlar gibi, “… milli ve yerli bir ekonominin tesisi ve temini için üzerine düşen sorumlulukları gecikmeksizin icra edeceklerini” söylemiş.

Sayın Bahçeli’nin bu konuşmasındaki stratejik hedeflerini açıkladığı bölüm de dâhil olmak üzere, çıkardığım sonuç şudur.

 2002 yılındaki yanlış erken seçim kararı sonucunda baraj altında kalan ve bu yanlış kararıyla AKP erkinin yolunu açan Sayın Bahçeli tekrar baraj altında kalma korkusu yaşıyor olmalı ki, AKP’nin ipine sımsıkı sarılmış. (Tüm kamuoyu şirketlerinin bugünlerde yayınladığı veriler, MHP’nin % 7 barajını geçemediğini gösteriyor.)

Sayın Bahçeli açıkladığı “stratejik hedeflerinin” neredeyse tamamını Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni ayakta tutmak üzerine kurgulamış.

Konuşmasından ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini can verircesine (cansiperane) savunmasından anlaşılıyor ki Sayın Bahçeli’nin bir avuç güçlü insanın başkalarını buyruk altına almalarına, insanlar arasında “kulluk-efendilik” ilişkilerinin çıkmasına bir itirazı yok. İnsanların oldukları gibi, yasaların da olmaları gerektiği gibi ele alınıp, toplum düzeninde güvenilir ve yasa ile sınırlı bir yönetimin oluşturulup oluşturulmaması ile ilgilenmiyor.

Sayın Bahçeli’nin hedeflediği stratejilerinden, toplumun yasal yaşama koşullarının iyileştirilmesinden çok, toplumun nasıl tasarlanacağı (dizayn edileceği) bir hukuk ve yönetim sistemini savunduğu anlaşılıyor.

Bugün başkanlık sisteminin yurttaşlarımızın her birinin canını, malını, güvenliğini ortak güçle savunup koruyan bir toplum biçimini inşa ettiğini söylemek mümkün mü? Bugün insanlarımızın başkanlık sisteminden önceki zamanlar kadar kendi buyruklarında kaldığını ve eskisi kadar özgür olduklarını söylemek mümkün mü? İnsanlar 1 gün ceza bile almayacağı bir suçlamayla bir gece yarısı apar topar evinden alınıyor ve yargılanmaksızın günlerce hapiste tutuluyorsa hangi gücün egemen olduğunu bizim yerimize sorgulamak Sayın Bahçeli’nin de görevi değil mi?

MHP’li tanıdıklar alınmasın ama Sayın Bahçeli Sayın Kavala’ dan, Sayın Demirtaş’ dan söz edip, çarpıtma yapıyor. Bu tutuklamalara itiraz eden büyük çoğunluk, “onlar kesin suçsuzdur” demiyor ki. “Niçin yargılamıyorsunuz, niçin yargılama yapmıyor da yıllarca hapiste tutuyorsunuz?” diye soruyor. Yargılayın ve suçlu ise cezasını veriniz. İnsanlar neden yargılamadan uzun süreler cezaevinde tutuluyor? Bu bir insan hakkı ihlali değil mi? Suçlu olup olmadığına niçin bir an önce karar verilip, Türkiye bu hukuk ayıbından kurtarılmıyor? Yarın bizim de bir gece yarısı bir suçlamayla apar topar alınıp hapise atılmayacağımızın garantisi var mı? Başkanlık sistemiyle çözümünü bulamadığımız ana sorunlardan yalnızca bir tanesi bu değil mi?

Bilinen müteahhitlere döviz garantili ödemelerin hesabının sorulmasından geçtim, bugün kişilerin “şehitlik” mertebesiyle devlete adadıkları canlarının haklarının bile hesabı sorulamıyor. Şehit yakınları için toplanan paraların akıbeti ne oldu bilen var mı? Niçin bu paralar şehit yakınlarına dağıtılmıyor da, “faizi ile şu kadar oldu” diyerek geçiştiriliyor. Niçin devletin parasal yapısı, harcamaları, ihaleleri biz yurttaşların incelemelerine açık değil? Millilikten söz eden ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sstemini savunan Sayın Bahçeli neden bunları sormuyor? Döviz garantili ödemelerden rahatsız değil mi? Rahatsızsa, duyduğu rahatsızlığı neden duyacağımız şekilde seslendirmiyor/seslendiremiyor? Madem yerli ve Milli, o halde, kamu ihalelerinin döviz cinsinden yapılmasını niçin sorgulamıyor?

Sayın Bahçeli’nin deneyimli bir siyaset insan olduğunu düşünürüz. Peki, Sayın Bahçeli yurttaşa (millete) ait olan egemenlik haklarının bir tek kişiye bırakılamayacağını ve de bölünemeyeceğini bilmemesi mümkün müdür? Bugünkü ucube sistem devleti herkesin iyiliğine uygun biçimde yönetebiliyor mu? Yasalara uyan / uyması zorunlu olan halk ama yasaları koyan, Meclis’te bir kişinin gözlerine bakan bir avuç milletin vekili! Hatta bazı yasa hükmünde kararları alan, özel yetkilerle donatılan bile tek adam!

Meclis ve yargı toplum adına, toplum özgürlüğünü sürdürmekle görevlidir ve adına da Demokrasi denir. Bu görev tek adamın özgürlüğünü sürdürmeye dönüşüyorsa adı otokrasi olur. Bu takdirde egemenlik halka değil, tek bir kişiye ait olur. Bunun neresini savunalım, neresine destek verelim?

AKP ve O’na destek veren siyaset erbabı “kralcı mı” yoksa “yasacı mı” olacak artık bir karar vermelidir. “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle uyumlu, en geniş demokratik katılımın sağlandığı, toplumun her kesiminin önerilerinin dikkate alındığı, Başkanlık Sistemi’ni kurumsallaştıran yeni bir anayasa yapmak” gibi genel geçer cümleler kurmak yerine, nasıl bir anayasa yapmayı, ülkeyi “tek adam rejiminden” nasıl kurtarmayı (tabii gaye buysa)  düşündüklerini de söyleyebilmelidirler.

“Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın tekrardan ve açık ara farkla Cumhurbaşkanı seçilebilmesi için olağanüstü bir mücadele azmi sergilemeleri” ne gelince…

Şahsen benim önceliğim kimin cumhurbaşkanı seçileceği değildir. Seçilen kişinin ne tür yetkilerle donatıldığı, denetlenebilirliği ve hesap verebilirliğidir. Bugün uygulanmakta olan sistemin yanlışlığını nasıl göz ardı edebiliriz? Adalet ile topluma yönelik fayda birbirinden ayrı düşer mi? Bugünkü sistemde siyasal erkin; başka bir deyişle tek adamın çıkarıyla, toplumun onayladığının aynı olması beklenebilir mi? Bu nasıl bir demokrasi, özgürlük ve yönetim anlayışıdır? Özgürlükten, hak hukuktan bahsediyorlar ama her yerde zincire vurulmuşuz. Sözde demokrasi, özgürlük var ama siyasal erki eleştirme, yanlışları söyleme, hesap sorma, gösteri yürüyüşü yapma, grev yapma, bırakın eylemi, düşüncelerinle bile toplum düzenini bozma! Bugün bunları işine geldiği gibi yorumlayan ve yasaklayan ne? Kanunlarımız mı yoksa tek adama dayanan ve yasallığı tartışılan güç mü?

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini savunanlara soralım! Yasalar bizleri yönetmek üzere seçtiklerimizin yararına mı yoksa bizim yararımıza mı düzenlenecektir? Biz yasaların adil uygulanmamasına boyun eğmeyip kendi kendimizin efendisi mi olacağız, yoksa boyun eğip bir efendinin kölesi mi? “İnsanlık mı yüz kadar adamın malıdır yoksa bu yüz kadar adam mı insanlığın malıdır (Grotius)?”

SAYIN DEVLET BAHÇELİ’NİN KONUŞMASININ TAM METNİ:

İlgili Yazılar

Cambaza bak oyunu…

TOKATtan Haber

Yurttaş Libya için ne diyor?

TOKATtan Haber

Çayır Mera ve Yem Bitkileri Şube Müdürlüğü 2019 yılı değerlendirilme toplantısı yapıldı

TOKATtan Haber

Yorum Yaz