Mevlana ; “ Günün adamı olma, hakikatin adamı ol. Gün değişir ama hakikat değişmez” demiş.
Hacı Bektaşi Veli’ de “Biz söze ve öze değil, hale bakarız” diye seslenmiş.
MHP Milletvekili Sayın Yücel Bulut’un Tokat’ta dinleyenleri etkilemek veya heyecanlandırmak amacıyla yaptığı abartılı konuşmayı okuyunca bu sözleri anımsadım.
Sayın Bulut ne zaman bir konuşma yapsa, dış güçler, emperyalist güçler ve beka sorunundan söz açıyor. Yüksek enflasyon, aşırı fiyat artışları, yoksulluk, sefalet, yolsuzluk, hukuksuzluk gündemine girmiyor, bunlardan ve toplumda açtığı tahribattan söz etmiyor.
Neden söz ediyor? “Cumhurbaşkanına sahip çıkılmasından” söz ediyor. Üstelik “Bana oy vermek zorunda değilsiniz, partime oy vermek zorunda değilsiniz. Ama bu vatana şerefinizle sahip çıkmak zorundasınız” diyerek yapıyor bunu.
Sayın Bulut hiç endişe etmesin, bu ülkenin şerefli ve onurlu yurttaşları en zor zamanda ülkesine ve milletine sahip çıkmıştır ve çıkmaya da devam edecektir.
Kaldı ki, yurttaşlarımız Cumhur İttifakı’na verilen her oyun aynı zamanda MHP’ye de verildiğini bilecek bilgi dizeyine sahiptir. O nedenle “bana partime oy vermek zorunda değilsiniz” sözü boşlukta kalıyor.
Sayın Bulut, emperyalist güçlerin Türkiye’yi sürekli çatışma ortamı içerisinde tutmak istediklerini belirterek, “40 yıldır Türkiye’yi çatışma içerisinde tutmaya çalışıyorlar. Hamdolsun Türk milletinin dünyada kimsede olmayan hoşgörüsü sebebiyle Türkiye kardeş kavgası içerisine girmedi” diyor.
Peki, Sayın gerek Cumhurbaşkanının, gerekse Devlet Bahçeli’nin yaptığı konuşmalarındaki kullandığı ayrıştırıcı dili ne yapacağız? Bir zamanlar MHP’li olup da bugün İyi Parti saflarına katılanların, bu katılma nedenlerinden başı çeken hususun şerefleriyle vatana sahip çıkma ülküsü olduğu düşünülüyor mu?
Sayın Bulut’un “Hepimiz vicdan sahibi olarak üzerinde düşünmek zorundayız” sözüne içtenlikle katılıyorum. İşte bu nedenle bir okur-yazar olarak sorumluk hissediyor ve bu tür yazılar yazıyorum, yapıcı eleştirilerimle topluma bir ayna tutmaya çalışıyorum. Toplumda pozitif bir bilinç oluşturmaya çalışıyorum.
Bugün toplumuzun en can yakıcı sorunu TL’nin alım gücündeki hızlı erimedir. Bunu yaşıyor olmak, Türklüğüyle öğünen ülkenin şerefli ve onurlu yurttaşlarının yüzünü düşürmektedir.
Aşırı yüksek gıda enflasyonu, gelir dağılımındaki aşırı bozulma, işsizlikte artış, artan yoksulluk, hukuksuzlukla Cumhur İttifakı’nın oylarının azalması arasında bir ilişki yok mu da neden “emperyalist güçler, Biden vs.” bağlanıyor, “Cambaza bak” oyunu oynanıyor?
Bugün AKP’nin ve hatta MHP’nin oylarında bir erime olduğu gerçeğini ve gerçek nedenlerini göz ardı ederek, çözülen seçmeni bu tür hamasi konuşmalarla toparlamak mümkün görünmüyor. Cumhur İttifakı için büyük tehlike “bu ittifakı oluşturan partilerin seçmeninde” uzaklaşma eğilimi göstermesidir.
Cumhur İttifakı’na ve bu ittifakı savunanlara düşen, “neyi değiştirmeliyiz ki geri dönüş olsun” konusu üzerine yoğunlaşmalarıdır. Hamasi söylemler geri dönüşün oluşmasına yetmeyecektir.
Biraz geriye, ülkenin parlamenter sistemle yönetildiği günlere dönüp bakalım. Ülkeyi kim yönetiyordu? Sayın Recep Tayyip Erdoğan! Ama kiminle yönetiyordu? Deve dişi siyasetçilerle; Abdüllatif Şener, Ertuğrul Yalçınbayır, Mehmet Aydın, Beşir Atalay, Ali Babacan, Yaşar Yakış,
Mehmet Şimşek, Kürşat Tüzmen vs. Öyle “Ben imzalamasaydım, olmazdı” anlamında çıkışlar yapmakla bu kişilerin altın adları bakıra dönüşür mü? Ama bunun tam tersi gerçekleşmiş, uygun görmediği bir uygulamayı imzalamayan Abdüllatif Şener hem bakanlıktan hem de AKP’den ayrılmıştır.
Şimdi tabloya baktığımızda bir tek Sayın Erdoğan’ı ve O’nun atadığı bakanları var.
Eğer Cumhur İttifakı bu Başkanlık sisteminden vazgeçmez, şişirme, göstermelik veya geçici bir bahar değil de, gerçek bir ekonomik mucize yaratmazsa, hamasi söylemler hiçbir işe yaramayacak, “Cumhur İttifakı’nın” azınlık durumuna düşmesi önlenemeyecektir.
Demedi demeyiniz!
