Prof. Dr. Nuh Fikri Soysal
Bu yazımda, türkülerde toplumsal adaletsizlik ve fakirlik gibi temalara yer vermek istiyorum.
Öncelikle bu konu müzikoloji ve sosyolojiyi ilgilendiren interdisipliner bir alandır ve protest müzik olarak adlandırılır. Toplumsal ve politik meselelere yönelik tepkisel müzik içeriklerinden oluşur.
Bilinen tarihi olaylar ışığında, Emevîler dönemi, Stalin Rusya’sı, Hitler Almanya’sı, Mussolini İtalya’sı veya McCarthy Amerika’sını öncelikle saymak gerekir. Hangi ülkede olursa olsun, politikanın baskı aracına dönüştüğü durumlarda, sanatçılar açıktan söylemesi zor söylemleri müziklerine yansıtarak, toplumun demokratik haklarını savunmuşlardır. Örneğin; Neil Young’ın “Ohio” şarkısı, Amerika’nın Vietnam savaşına dahil olmasını protesto eden Kent State Üniversitesi öğrencilerine karşı askerlerin 13 saniye boyunca ateş etmesi sonucu 4 öğrencinin ölümü ile neticelenen olayı konu alarak siyasi otoritelere mesaj göndermektedir.
Dadaloğlu, Köroğlu ve sair geçmiş örnekleri hatırlayıp, günümüz Türkiye’sinde, ki başka birçok örnek vardır, 70-80’lerin Anadolu Rock akımını ve başta Cem Karaca’yı saymak gerekir. Cem Karaca’nın daktilo sesi eşliğinde ihtarname ile başlayan şarkı ilginç bir örnektir ve derin mesajlar içerir. Şarkının sözlerine göre ihtarnameyi çeken Türk halkıdır. Eser “ölsek yunmaya suyumuz yok” şeklinde devam etmektedir. Müzikoloji alanında her ne kadar İngilizce protesto etmek manasına gelen protest terimi kullanılsa da aslında bu divan edebiyatında hiciv, halk edebiyatında ise taşlamadır. Bu tür yergi içeren edebi yapılar genellikle, sosyal adaletsizlik, eşitsizlik, savaşlar, hükümet politikaları, insan hakları gibi ve sair benzer meselelere karşı “onaylamama”, “itiraz etme”, “değişim isteme”, “insanları birleştirme” veya “sorgulamaya teşvik etme” ve benzer şekillerde kullanılabilir. Bu bazen birinin söylediği bir söyleme karşı ya da bir icraatına karşıda olabilmektedir.
Türkü kazanımımızda (müktesebatımızda) “yolumuz gurbete düştü” gibi yoksulluğa atıfta bulunulan daha yumuşak bir dil benimsenen eserlerde vardır. “Yoksulun sırtından doyan doyana” veya “bizden geçinen kalleşler” gibi daha sert bir üslup ile yakılmış türkülerde vardır. Nasıl bir toplumsal ve politik mesajlar verilmek isteniyorsa kullanılan söylemin şiddeti ona göre şekillenmektedir.
Türkülerde, protest müzikten farklı olarak, kendi özünü eleştirmek çok önemlidir. Toplumsal ve politik eleştiri çoğu zaman özellikle yumuşak bir üslup benimsendiği durumlarda kendi özü üzerinden yapılır. “Cahiller kendini aklar, kamiller özünü yoklar” ifadesinden anlaşılacağı üzere kâmil bir insanın önce kendisini eleştirmesi gerektiği üzerinde durulmaktadır. “Yaşanılası dünyanın ne tadı ne tuzu kaldı” cümlesinde tadı ve tuzu alamayan yine şairin kendisidir. Ayrıca arif kişi baharın sonunda mevsimin yaprak dökerek güze döneceğinin farkındadır. Köyden şehre yolculuk sırasında kalp krizi geçiren bir kişinin hikayesi üzerine yakılan hüseynik türküsünde görüleceği üzere “Bilmem şu feleğin bana kastı ne” diyerek, suçlu felek ilan edilmiştir. Oysa esas sorun, feodal yapılara sahip kırsal alanda yol, su, eğitim, ulaşım, sağlık gibi temel ihtiyaçlar oldukça sınırlı olmasından kaynaklanmaktadır. Şair bu hizmetleri sunamayan devleti değil feleği suçlu ilan etmektedir.
Türkülerdeki gönderilen mesajlar genellikle “dünya bir penceredir, her gelen baktı geçti” şeklinde ince mesajlardır. Dünyanın gölgelik bir yer olduğunu hatırlatarak ilgili yerlere mesajlar iletilmiş olur. “Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana” ifadesinden anlaşılacağı üzere adem oğlunun yoksulluk karşısında kuru soğana muhtaç olabileceği, “bilmem söylesem mi söylemesem mi” sözlerinden ihtiyaç sahibi olanların bunu dile getirme konusunda ar ettikleri anlaşılmaktadır. “Bozulmuş aşiret el bozuk bozuk” türküsünden anlaşılacağı üzere devleti oluşturan yapı taşlarının yani toplumun ve dolayısıyla devletin bozulduğu, yozlaştığı ifade edilmektedir. Bir Edirne türküsünde “Pir Sultanım deryaları doldurur…. ulu beyleri saltanattan indirir”, benzer bir yapıda sanıyorum en dikkat çekici türkülerden biri de güç yetmeyecek, çaresi olmayan “ayrılık, yoksulluk ve ölüm” kavramlarının bir arada kullanılması sonucu ortaya çıkan, Muzaffer Sarısözen’in Şanlıurfa’dan Mukim Tahir’den derlediği “gele gele geldik bir kara taşa” isimli türküdür. Türküye göre bu üç kavram ile nice sultanların tahtan indirilebileceği bildirilmektedir. Davut Sulari’den alınan bir türkü ile örneklerimizi sonlandıralım. “Dünya arsızındır hey dost fırsat pirsizin rağbet yalancının da refah arsızın” 1191 repertuar numarasına kayıtlı türküde insanların yozlaştığı üzerinde durulmaktadır.
Ancak günümüz Türkiye’sinde ortaya çıkan protest müzik örneklerinde daha sert bir dil kullanılmaktadır. Fatih Kısaparmak’ın “Haram saltanatı, yalan saltanatı, talan saltanatı yıkılır elbet”, Cem Karaca’nın “Eriyor liralar mark al dolar al”, Fikret Kızılok’un Demirel şarkısı “hak hukuk düzen vardı, çüş demesi çok zordu, ortaokul biterken, yine ihtilal oldu”, Moğolların “birisi oy peşinde, öteki rant işinde, kıyamet değilse bile, bir şey kopmalı”, Mahzuni Şerif’in “zalim” ve “yuh yuh soyanlara, soyup kaçıp doyanlara, insana kıyanlara, yuh nefsine uyanlara” gibi örnekler sert bir söylem dili benimserken Barış Manço’nun “Halil İbrahim Sofrası” ince mesajlarla doludur.
Özetle sayın okurlar, türkülerde toplumsal eleştiri ve sosyal adalet, sosyal ve politik değişim için ilgili siyasi otoritelere söylemlerini iletmek üzere kurgulandığı görülmektedir. Burada müzik güçlü bir duygusal araçtır. Kullanılan üslup ve söylem farklılığı yer yer yumuşak ve yer yer sertleşmektedir.
Ancak mevcut örneklere bakılırsa türkülerde genel itibariyle yumuşak bir söylem benimsenmektedir. Günümüz Türkiye’si protest müzik örneklerinde daha sert söylemler benimsendiği anlaşılmaktadır. Türküler feodal yapılar üzerinden yol, su, eğitim, ulaşım, sağlık gibi temel ihtiyaçlar oldukça sınırlı olmasından dolayı toplumsal eleştiri ve sosyal adalet arayışında oldukları görülmektedir.
Günümüz Türkiye’sinin protest müzik örnekleri ise daha çok şehir yaşamı ile ilgili olduğundan örnekler ve buna karşı geliştirilen söylemlerin sertliği buna göre şekillendiği anlaşılmaktadır. Türkülerde “bozulmuş aşiret el bozuk”, “bilmem söylesem mi söylemesem mi”, “cahiller kendini aklar, kamiller özünü yoklar”, “yaşanılası dünyanın ne tadı ne tuzu kaldı” gibi daha yumuşak söylemler çoğu zaman şairin kendisi üzerinden anlatılır.
Yaşanılası ve yaşatılası bir dünya için!…