Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan kanlı savaşın ilk kıvılcımı sayılan Meydan protestolarının üzerinden tam 11 yıl, 2 ay ve 27 gün geçti. Aynı yıl iki ülke arasında patlak veren ve kesintilerle bugüne dek devam devam eden amansız savaş, yüz binlerce sivil ve askerin ölümüne, milyonlarca insanın yerinden edilmesine yol açtı. Barış arayışının yeniden canlandığı İstanbul’daki müzakereler, hem savaşın hem de küresel düzenin geleceği açısından kritik bir dönemeç olabilir. Peki, savaş nasıl başlamıştı, nasıl devam etti, kırılma noktaları neler?
Rusya-Ukrayna Savaşı uzun yılları geride bırakırken, çatışmayı sona erdirmek için beklenen diplomatik süreç yeniden İstanbul’da şekillenmeye başladı. Rus heyeti, geçmişte üzerinde uzlaşıya varılan metinlerin temel alınmasını isterken, Ukrayna heyeti ise ülkenin toprak bütünlüğü ve uluslararası güvenlik garantilerinin öncelik olduğunu vurguluyor.
Müzakere masasının yeniden kurulmasında jeopolitik dengelerdeki değişimlerin etkisi hissediliyor. Özellikle ABD iç siyasetinde yaşanan gelişmeler ve Donald Trump’ın yeniden küresel diplomasiye dönüşü, görüşmelere ayrı bir boyut kazandırdı. Trump, “uygun olursa İstanbul’a gelebilirim” diyerek barış sürecine doğrudan dahil olma ihtimalini açık bıraktı. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun da Türkiye’de bulunması, Washington’un bu süreci desteklediğini gösteriyor.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in görüşmelere katılmaması, dikkat çeken bir diğer unsur oldu. Kremlin, Putin’in doğrudan müzakerelere katılmadığını ancak heyetin İstanbul’a onun talimatıyla gittiğini açıkladı. Bu durum, Moskova’nın resmi çizgiyi korumakla birlikte, pazarlık alanı bırakmak istediği şeklinde yorumlandı.
Rusya, ‘tarafsız ve bağlantısız bir Ukrayna’ vurgusuyla ilhak ettiği bölgelerin tanınmasını şart koşarken, Ukrayna bu bölgelerin tamamının geri alınmasını ve NATO düzeyinde güvenlik garantileri sağlanmasını talep ediyor.
Öte yandan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Ukraynalı lider Volodomir Zelenski arasında yapılan görüşmeden gelen ilk kareler basına böyle yansıdı.

Büyük savaşa doğru…
2014’te başlayan ve 2022’de geniş çaplı bir işgale dönüşen Rusya-Ukrayna savaşı, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’daki en büyük askeri çatışma olarak kabul ediliyor. Savaş, yüz binlerce kişinin ölümüne, milyonlarca kişinin yerinden edilmesine ve Rusya ile Batı arasındaki jeopolitik dengelerin altüst olmasına neden oldu.
Ukrayna ve Batılı müttefikleri bu savaşı nedensiz ve yasa dışı bir saldırganlık olarak tanımlarken, Rusya ise sık sık güvenlik tehditlerini, NATO’nun genişlemesini, ülkenin çevrelenmesini ve Rusça konuşan toplulukların korunmasını gerekçe gösterdi.
Şubat 2014’te, Ukrayna’daki Meydan protestoları ve ardından gelen Onur Devrimi, Rusya yanlısı Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç’in devrilmesiyle sonuçlandı. Bu gelişme, Rusya için bir kırılma noktası oldu; Kremlin, yaşananları Batı destekli bir darbe ve Ukrayna’nın Rusya’dan koparılması yönünde stratejik bir saldırı olarak yorumladı.
Bu sürecin ardından, askeri üniformaları olmayan Rus birlikleri Kırım’a girdi ve kısa sürede bölgedeki kritik altyapıyı ele geçirdi. Rusya, etnik Rusları ve Rusça konuşan halkları koruma gerekçesiyle hareket ettiğini öne sürdü. Mart 2014’te yapılan ve uluslararası gözlemciler tarafından özgür ve adil olmayan bir ortamda gerçekleştiği belirtilen referandumun ardından Kırım, Rusya tarafından ilhak edildi.
Ancak, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, Avrupa Birliği ve pek çok ülke bu ilhakı uluslararası hukuka aykırı, referandumu ise gayrimeşru ilan etti. BM Şartı’nın 2(4) maddesi, kuvvet kullanarak sınırların değiştirilmesini yasaklıyor.

Donbas’ta ayrılıkçı gerilim
Nisan 2014’te, Ukrayna’nın doğusundaki Donetsk ve Luhansk bölgelerinde Rusya yanlısı silahlı gruplar, sözde Donetsk (DPR) ve Lugansk Halk Cumhuriyetleri’ni (LPR) ilan etti. Ukrayna ordusu bu girişimlere sert karşılık verdi.
Kremlin, doğrudan askeri müdahaleyi uzun süre reddetse de uydu görüntüleri, sahadaki askerlerin ifadeleri ve bağımsız araştırmalar, Rusya’nın Donbas’taki ayrılıkçılara doğrudan destek verdiğini ortaya koydu. 2018 yılında Ukrayna bu bölgeleri resmi olarak “işgal altında” ilan etti.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Rusya’nın bu bölgeler üzerinde 2014’ten itibaren etkin kontrol sağladığı sonucuna vardı. 2015 yılında imzalanan Minsk II Anlaşması, çatışmayı dindirmeyi hedefliyordu, ancak hiçbir zaman tam anlamıyla uygulanamadı.
Donbas savaşı, binlerce kişinin hayatını kaybettiği, cephe hatlarının değişmediği bir siper savaşına dönüştü.
2008 Bükreş Zirvesi’nde Ukrayna ve Gürcistan’a NATO üyelik sözü verilmesi, Kremlin tarafından ‘kırmızı çizginin geçilmesi’ olarak değerlendirildi. Putin’e göre, 2014’teki Ukrayna devrimi, Batı’nın Ukrayna’yı Rusya’dan koparma girişiminin somutlaşmış haliydi.

Topyekun işgal
2021 sonu ve 2022 başında Rusya, Ukrayna sınırı ve Belarus’a 150 binden fazla asker yığdı. Diplomatik söylemde saldırı niyeti reddedilse de 21 Şubat 2022’de Rusya, DPR ve LPR’yi bağımsız devletler olarak tanıdığını ilan etti.
24 Şubat 2022’de ise Putin, bölgeye yönelik “özel askeri operasyon” başlattığını duyurdu. Amaç olarak “Ukrayna’yı askerden arındırmak ve Nazilerden temizlemek” ifadeleri kullanıldı. Ancak uluslararası toplum bu açıklamayı bir bahane olarak değerlendirerek, saldırıyı uluslararası hukuka aykırı bir işgal olarak nitelendirdi.
Rusya’nın ilk hedefi başkent Kiev’i ele geçirmekti, ancak Ukrayna’nın direnişi, bu planı Nisan 2022 itibariyle başarısızlığa uğrattı. Aynı yılın Ağustos ayında, Ukrayna karşı saldırılara başladı ve Harkiv ve Herson bölgelerinde toprak kazandı.
Eylül 2022’de Rusya, Donetsk, Luhansk, Zaporijya ve Herson bölgelerini ilhak ettiğini açıkladı. Ancak referandumlar özgür olmayan koşullarda yapıldığı ve halk iradesini yansıtmadığı gerekçesiyle küresel olarak tanınmadı.

Yaptırım tufanı
Rusya’nın Şubat 2022’de Ukrayna’ya yönelik başlattığı topyekûn işgalin ardından, ABD ve Avrupa Birliği başta olmak üzere birçok Batılı ülke Moskova’ya yönelik kapsamlı ekonomik yaptırımlar uygulamaya başladı.
Finansal sistemden enerji sektörüne, teknoloji ihracatından bireysel varlıkların dondurulmasına kadar uzanan bu yaptırım dalgası, Rusya ekonomisini uluslararası piyasalardan büyük ölçüde izole etti.
SWIFT sisteminden bazı büyük Rus bankalarının çıkarılması, Rusya Merkez Bankası rezervlerinin bir bölümüne el konulması ve yüzlerce oligarkın mal varlıklarına el konulması, bu ekonomik ablukanın en dikkat çekici unsurları arasında yer aldı.
Enerji alanında ise Avrupa ülkeleri, yıllardır bağımlı oldukları Rus doğalgazı ve petrolüne alternatif arayışlarına hız verdi. Almanya, Kuzey Akım 2 boru hattını tamamen iptal ederken, birçok Avrupa ülkesi sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ithalatını artırdı ve yenilenebilir enerji yatırımlarına hız verdi.
Batı’nın bu ekonomik yaptırımları, kısa vadede Rus ekonomisini daraltmakla birlikte, Moskova’nın Çin, Hindistan ve Orta Doğu gibi alternatif ticaret ortaklarına yönelmesini de teşvik etti.
Yaptırımların kalıcı etkisi ise küresel enerji dengeleri, jeopolitik bloklaşmalar ve tedarik zincirleri üzerinde derin izler bırakmaya devam ediyor.
Savaş nasıl çıkmaza girdi?
2023’e gelindiğinde, savaş iki tarafın da küçük kazanımlar elde ettiği bir yıpratma savaşına dönüştü. Her iki taraf da ağır kayıplar verirken, cephe hattı önemli ölçüde değişmedi.
Ağustos 2024’te, Ukrayna’ya bağlı ya da destekli güçler, Rusya’nın Kursk bölgesine sınır ötesi bir operasyon düzenledi. Bu gelişme, savaşın sadece Ukrayna topraklarıyla sınırlı kalmadığını ve yeni boyutlara evrildiğini gösterdi.
Rusya ise, sivillerin yaşadığı şehir ve altyapılara yönelik bombardımanlarını artırdı. BM ve insan hakları kuruluşlarına göre, bu saldırıların pek çoğu askeri gereklilik taşımıyor ve sivil halkın moralini hedef alıyor. Bu tür eylemler, uluslararası insancıl hukuka göre savaş suçu kapsamına giriyor.
Rusya’nın taraf olmadığı Uluslararası Ceza Mahkemesi, savaş suçlarına ilişkin resmi soruşturma başlattı ve Putin de dahil olmak üzere bazı Rus yetkililer hakkında tutuklama kararı çıkardı.

Ağır insani bilanço
Rusya-Ukrayna savaşı, hem jeopolitik bir hesaplaşma hem de insani bir trajedi olmayı sürdürüyor. Rusya, NATO’nun genişlemesini, Batı’nın kuşatma politikalarını ve etnik Rusların korunmasını gerekçe gösterse de, bu argümanlar uluslararası hukuk açısından bir devleti işgal etme hakkı doğurmuyor.
Rakamlara göz atacak olursak; yaklaşık üç buçuk yıldır devam eden Rusya-Ukrayna Savaşı, her iki taraf için de ağır insani ve askerî kayıplara yol açtı.
Ukrayna, bugüne kadar yaklaşık 46 bin askerini kaybettiğini, 390 binden fazla askerin ise yaralandığını açıkladı; ayrıca 12 bin 456 sivilin hayatını kaybettiği ve 28 binden fazla sivilin yaralandığı Birleşmiş Milletler raporlarına yansıdı.
Rusya tarafında ise bağımsız kaynaklara göre 70 binden fazla Rus askeri öldü, toplam askerî kaybın ise (ölü ve yaralı) 500 bini aştığı tahmin ediliyor.
Savaşın yıkıcı etkisi, demografik düzeyde de kendini gösterdi: 3,7 milyon kişi ülke içinde yerinden edilirken, 6,9 milyon Ukraynalı da yurt dışına kaçarak mülteci konumuna düştü.
Bu veriler, savaşın sadece cephede değil, sivil yaşamda da nasıl bir yıkım yarattığını çarpıcı biçimde ortaya koyuyor.
Savaşın ne zaman sona ereceği belirsizliğini korurken, sadece toprak değil, uluslararası düzenin geleceği, gücün meşruiyeti ve 21. yüzyılda savaşın kuralları da sahada test ediliyor.
KAYNAK: Cumhuriyet