Editörün Seçtikleri Manşet

Ülkede oluşan enkazı kim, nasıl kaldıracak?

Otoriterlikle yönetilen ülkelerin ne hale geldiğini, hem kurumsal hem de toplumsal anlamda nasıl yıkım yaşadığını hepimiz biliyoruz.

Bu yıkımın tam olarak ne olduğunu anlamak için geçmişte otoriter anlayışıyla yönetilip parti devletine dönüşmüş ülkelere bakmak yeterli.

Ne yazık ki benzer bir tahribat bizim ülkemizde de yaşanıyor.

Ekonomide, eğitimde, dış politikada, yargıda ve daha birçok alanda yaşanan ağır tahribat, demokrasiyi ayakta tutup işlerlik kazandıran kurumların birer birer yok edilmesiyle daha da ağırlaşıyor.

Kötülük, kalitesizlik, lümpenlik her alanda kurumsallaşıyor, dahası bu durumu toplum da kanıksıyor. 

Demokrasi sadece kurumsal anlamda değil, toplumsal anlamda da her gün biraz daha ölüyor.

Biz biliyoruz ki demokrasi, iktidarların bir günde aldığı kararlarla tesis edilemez.

İşleyen bir demokrasi için güçlü kurumların yanında demokrasi kültürüne sahip topluma da ihtiyaç var.

Toplumdaki bu demokratik kültür giderek kayboluyor ve demokrasi kolay kolay geri getirilmeyecek şekilde hem devletten hem de toplumdan uzaklaşıyor.

Diğer taraftan demokrasinin işleyebilmesi için toplumsal anlamda ekonomik refaha ihtiyaç var.

Ülkede dalga dalga yayılan yoksulluk ne yazık ki demokrasinin işlemesini daha da imkansızlaştırıyor.

Bağımsız yargı meselesi sadece kurumsal bir mesele değil.

Bağımsız yargıya işlerlik kazandıracak özgür, tarafsız, adil yargı mensuplarına ihtiyaç var.

Hem iktidarın kontrolsüz kadrolaşması hem de toplumdaki çürüme bunu giderek daha da imkansız hale getiriyor.

Öte yandan, eğitimdeki sorun da sadece teknik eksikliklerden kaynaklanmıyor.

Yani bir ülkede sağlıklı eğitim için sadece iyi okullara, iyi eğitim sistemine değil, iyi öğretmenlere de ihtiyaç var.

Yıllardır süregiden berbat bir sistemden Türkçeyi bile doğru düzgün öğrenmeden mezun olan gençlerin öğretmen olduğu bir ülkede iyi eğitimin tesis edilmesi giderek imkansızlaşıyor.

Otoriter yönetimlerde sadece iktidar/devlet değil, toplum da her geçen gün iyilik, doğruluk, adalet, dürüstlük ve nezaketten uzaklaşıyor.

Dahası toplum kesimlerinin birbiriyle ilişkisi ağır yara alıp ciddi güven erozyonu yaşanıyor.

Kimse kimseye güvenmediği için ortak duygu oluşmuyor, ortak amaç uğruna ihtiyaç duyulan birliktelik kolay kolay sağlanamıyor.

Birbirini dinlemeyen, dinlese de anlamayan, dahası birbirine güvenmeyen bir toplum yapısı oluşuyor.

Kısaca otoriter yönetimlerde sadece devletler, kurumlar değil, toplumlar da çürüyor.

O ülkeyi yeniden ayağa kaldıracak insan kaynağı tükeniyor.

Böyle olduğu için otoriter yönetimlerden kurtulan ülkeler uzun yıllar belini doğrultamıyor.

Bütün bunlar bize gösteriyor ki mesele bir iktidar değişimi meselesi olmaktan çıktı.

Asıl mesele ülkeyi toparlama, tekrar rayına oturtma meselesi.  

Bir partinin gidip başka bir partinin iktidara gelmesiyle demokrasinin, bağımsız yargının işlerlik kazanması, sorunların çözülmesi, yani ülkenin yeniden ayağa kaldırılması aşamasını çoktan geçtiğimizi düşünüyorum.

Peki hal buyken enkazı kim, nasıl kaldıracak?

İYİ Partililere bakılırsa Meral Akşener; CHP’nin açılım politikasından rahatsız kimi Atatürkçülere bakılırsa Atatürkçüler/Kemalistler; Deva Partisi’ne bakılırsa Ali Babacan kaldıracak.

Tek bir partinin, tek bir toplum kesiminin ülkedeki güven bunalımını aşabileceğini, ortak bir duygu ve amaç oluşturabileceğini, yetişmiş insan eksiğini giderebileceğini dahası demokrasi kültürünü kaybetmiş bir toplumda demokrasiyi çalıştırabileceğini düşünmesi bana göre yaşanan yıkımın farkında olmamak.

Muhalefet partilerinin seçimler gelmeden iktidara tek başına talip olmaya yönelik siyaset benimsemesi reel politika açısından doğru görülebilir.

Fakat bazen gerçeğin gücünü, enerjisini, etkisini de hesaba katmak gerektiğini düşünüyorum.

Mesela “Ülkemiz çok büyük yara aldı, sorunlarımız çok büyüdü, bütün bu sorunların altından yalnız başımıza kalkmamız mümkün değil, o yüzden güçlü bir birlikteliğe ihtiyaç var” gibi bir cümlenin daha sahici, daha sağlıklı, daha etkili olacağı kanaatindeyim.

Şöyle düşünün: Ortada kaldırılması gereken bir masa var, bu masayı kaldırmak için de 100 kişiye ihtiyaç var.

10-15 kişilik gruplar halindeki her bir parti ve toplum kesimi o masayı kendisinin kaldırabileceğini söylüyor, üstelik yüzde 50+1 sistemi bunu imkansız kıldığı halde böyle bir şey olabilirmiş, mümkünmüş gibi davranmayı reel siyaset sanıyor.

Halbuki bu 100 kişinin oluşması için toplumun bütün kesimlerinin desteği, enerjisi, çabası, güveni ve katılımına ihtiyaç var.

Ülkedeki tahribat bu kadar büyükken, sorunlar bu kadar ağırlaşmışken, insan kaynağı her geçen gün biraz daha azalırken, toplum kesimleri arasındaki güven bunalımı doruğa çıkmışken parti, mahalle çıkarıyla hareket edenlerin esas derdinin sorunları çözmek değil, toplumdaki Erdoğan karşıtlığından kendilerine bir iktidar çıkarmak olduğu kanaatindeyim.

Yoksulluk dalga dalga yayılırken, her üç gençten biri işsizken, demokrasi toplumsal zeminini bütünüyle kaybederken, bağımsız yargı bir daha tesis edilemez noktaya doğru ilerlerken partisinin veyahut mahallesinin çıkarını gözetmek en hafif tabirle ülkeyi düşünmemektir.

Dahası mevcut iktidarın değirmenine su taşımak, yıkıma ortak olmaktır.

Bu enkazın altından kalkabilmek için ciddi bir toplumsal birlikteliğe ihtiyaç var.

Toplumdaki güven bunalımını ortadan kaldıracak, duygu birliği oluşturacak, toplumun bütün kesimlerini ülkenin toparlanma çabasına ortak edecek bir birlikteliğe ihtiyaç var.

Yani bu ağır enkazı kaldırmak için seferberlik havasında herkesin desteği, enerjisi, heyecanı, çabası ve umuduna ihtiyaç var.

Sadece seçime yönelik bir ittifaka değil, ülkeyi yeniden ayağa kaldırma amaçlı bir demokrasi ittifakına dayalı yönetim birlikteliğine ihtiyaç var. 

Bu bağlamda Selahattin Demirtaş’ın ‘demokrasi cephesi’ çağrısı da CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Dostlarımızla beraber iktidar olacağız” söylemi de çok önemli.

Fakat somutlaşmadığı, henüz tam olarak ne kastedildiği bilinmediği için işlevsellik kazanamıyor.  

Bundan dolayı demokrasi cephesinin bir an önce ete kemiğe bürünmesi gerekiyor.

Yukarıda da dediğim gibi seçim endeksli değil, yönetim endeksli bir birliktelik olmalı.

Çünkü ‘demokrasi cephesi’ oluşturanların ülke yönetimini devraldığında ülkeyi sorunsuz, çatışmasız, kavgasız yönetebileceğini, dahası hangi kadrolarla, nasıl bir yol haritasıyla bu enkazı kaldıracağını topluma izah etmesi ve güven oluşturması gerekiyor.

Çünkü güven bir günde oluşan bir şey değil.

Tekrar edeyim: Mesela artık kimin iktidar olacağı meselesi değil, yaşanan bu tahribatın nasıl toparlanacağı meselesi.

Levent Gültekin

İlgili Yazılar

Depremde ortaya çıkan toplumsal fay hatları!

TOKATtan Haber

Vali Dr. Ozan Balcı’dan Yaş Sebze ve Meyve Toptancı Haline ziyaret

TOKATtan Haber

Tokat İyi Parti, Osman Destebaşı ve parti kurumsal kimliği

TOKATtan Haber

Yorum Yaz