Nisyana, insanımızın unutkanlığına, kolay unutur, kolay kandırılabilir olmasına isyan ediyorum… Dikkat çeksin diye kafiye de yaptım ama, korkarım bu da tez zamanda unutulur gider…
Çok kolay unutuyoruz… Merhametli bir millet olduğumuzdan mıdır, dertlerimizin aklımızı örttüğünden midir, cehaletten midir yoksa hiç iyi gün görmediğimizden, iyiyle hiç tanışmadığımızdan mıdır nedir bilmiyorum, çok çabuk unutuyor, çok kolay kandırılıyoruz…
Neyi kabul etmemiştik, neydi isyanımız; Araplaşmaydı, Yargı’nın Yürütme emri altına girmiş olmasıydı; kişisel düşmanlıklar sonucu komşularımızla boğaz boğaza gelmiş olmamızdı, bütün dünyanın düşman ilan ettiği IŞİD’i besliyor olmamızdı; mahalle baskısıyla kız çocuklarımızın kapatılmasıydı, insanımızın dinine inancına müdahale edilmesiydi; ekonomik çöküştü, Arap sermayesinden medet umulmasıydı; Avrupa İnsan Hakları Mahkemeleri kararlarını uyulmaması nedeniyle çağdaş dünyadan soyutlanmamız, kredi musluklarının kapanmış olmasıydı, itibardan tasarruf edilmez bahanesiyle saraylarda bile görülmeyecek bir israfın, şatafatın yüceltilmesiydi, makam arabası saltanatıydı; aydınlarımızın zindanlara atılmasıydı, AKP’li avukatların hile hurdayla hâkim yapılmasıydı, inanılmaz şartlarla halkımızı ömür boyu borç ödemeye mahkûm eden yol, köprü, hastanenin garantili yapım sözleşmeleriydi, araya sıkıştırılmış padişah yetkileri gizlenerek örtülü Anayasa değişiklikleriydi, halkımızın kandırılmış olması, ketenpereye getirilmesiydi; seçimlerde hile hurda yapılması, parmak boyasının kaldırılması ve mühürsüz oyların sayılmasıydı; kazanılamamış seçimlerin iptali, hukuksuz olarak kazanılmaya çalışılmasıydı; hayat pahalılığının, enflasyonun önüne geçilememesiydi, asgari ücretin insanlık dışı seviyelerde tutulmasıydı; millet olamamış şeriatçı Arapların ülkemize getirilerek halkımızın ekmeğine ortak edilmesiydi; halkımızın anasına küfredenlerin korkunç vergi borçlarının affedilmesi, acısının da yoksul halkımızdan çıkarılmaya çalışılmasıydı; tarım ve hayvancılığın tamamen körlenmesi, halkımızın sadakaya alıştırılmasıydı; halkın iradesinin yok sayılması, kentlerimize kayyımlar atanması, çağdaş dünyadan soyutlanmamızdı… Ve daha bin bir haksızlık, zam, zulüm, yokluk, yolsuzluk, ihanet ve rezaletti…
Bunları ne çabuk unuttuk da İmamoğlu mu yoksa Yavaş mı kavgasına başladık… Adına “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denen ama, aslında “Tek Adam Rejimi” veya “Padişahlık”tan başka bir şey olmayan bu rejimi değiştirmek için, parlamenter demokrasiye geçmek için bir araya geldiğimizi, protokoller imzaladığımızı, yeminler ettiğimizi ne çabuk unuttuk…
Yahu arkadaş, davamız bu muydu? Ha İmamoğlu olmuş, ha Yavaş olmuş ne fark eder… Bizim derdimiz bu mu? Cumhuriyetimizi, parlamenter demokrasimizi, insan haklarını, laikliği, adaleti bu zulüm yönetiminden kurtarmak nerede kaldı? Amacımız bu değil miydi, ben mi yanılıyorum, nedir bu dedikodu, nedir bu sen ben davası? Tanrı mı seçeceğiz?
Bizim derdimiz İmamoğlu veya Yavaş değil… Olmamalı… Derdimiz önümüzdeki seçim marifetiyle bu zulüm düzenini yıkmak… AKP + MHP’nin elindeki bu gücü ele geçirerek ülkemize önce bir nefes aldırmak, sonra da ülkemize demokrasiyi, insan haklarını, adaleti ve bunun doğal sonucu olarak refahı getirmek… Bakın belki de bu zulüm imparatorluğu yerle bir edildikten sonra; bu satırları ve öncekileri yazdığım için, o hasretle beklediğim makam ve mevkiler(!) verilmeyecek bana ama yazmak zorundayım, yanlış yapıyor, hedefimizi şaşırtmak isteyenlerin oyunlarına geliyor, kısır çekişmelere yöneliyoruz… Bırakalım bu İmamoğlu mu Yavaş mı meselesini de; bu seçimi kazandığımızda neler yapacağımızı, bu bahtsız milleti nelerden kurtaracağımızı, geleceğimize hangi ufukları açacağımızı tespit ve ilan edelim… Hangi tuzaklı anlaşmaları iptal edecek, hangi anlaşmaları yapacağız, hangi savurganlıklara dur diyeceğimizi, hangi külliyeleri halkımızın gerçek ihtiyaçlarına tahsis edeceğimizi, hangi saltanatları yerle bir edeceğimizi, iradesi tutuklu haldeki Yargı’mızı, “Hak Hukuk ve Adalet” imizi nasıl özgürleştireceğimizi, artık nefes bile alamaz hale gelmiş olan ekonomimizi nasıl ayağa kaldıracağımızı tasarlayalım…
Unutmayalım, unutturmayalım, çok zulüm gördük, ocaklarımızda çorba bile kaynatamıyoruz artık… Avrupa kapılarına gitmek zorunda kalmış yakınlarınıza sorun; gümrüklerde yüzümüze bile tükürülmüyor artık… Zerre itibarımız yok… Yabancı sermaye de bunun için gelmiyor zaten… Düşünün, özgürlük ve yurtseverliğin, onur ve gururun zirvesindeki teğmenlerini ordusundan atan bir ülkenin yaşama hakkı olur mu, itibarı olur mu… Düşünün ki, bu ülkede sosyoekonomik alanda ne yapılıyor ise bir avuç sermayedarın çıkarı için yapılıyor olmasına rağmen bu sermaye sahiplerinin en geniş, en güçlü örgütü olan TÜSİAD bile bu zulme isyan ediyor artık; emeği yok ederseniz sermaye de yok olur diyor, ülkesi esir olmuş bir ülkenin sermayesi de olmaz artık diyor… Düşünün, dünyadaki bütün olumsuz istatistiklerde başı çeker hale gelmişiz… Her türlü melanette, yalanda, dolanda, ihanette, insan hakları ihlalinde ilk sıralardayız… Biraz daha bekleyecek olursak sıradan bir Ortadoğu ülkesi olacağız ve bir daha da asla ayağa kalkamayacağız…
Unutmayalım, hangi asgari müşterekte birleştiğimizi, hedefimize neleri koyduğumuzu unutmayalım, geçici kişisel rahatlıklarımızın esiri olmayalım, çocuklarımızın geleceğini düşünelim, kimin cumhurbaşkanı olması gerektiği tartışmalarına son verelim; unutmayalım ki, kimi seçersek seçelim sonuçta parlamenter demokrasiye geçecek ve güzel ülkemizin yönetimini evrensel değerlere, insan haklarına, adalete bağlı olarak yine halkımızın yönetimine teslim edeceğiz…
Ne bekliyoruz; yoksa Ekrem Bey veya Mansur Bey, veya bir başka yurtsever Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde; onların da firavunlaşmasını, astığının astık, kestiğinin kestik olmasını ve bizlere de birer sadaka vermesini mi bekliyoruz… Asalak mıyız biz…
Unutmayalım, biz iki bin yıldır hür yaşamış bir milletiz, esarete dayanaamayız… İktidar için, çıkar için birbirini boğazlayan karanlıklara teslim olmuş bir ümmet değiliz… Büyük hedefimizi gözetelim ve çocuklarımıza özgür bir ülke bırakalım…
Unutmayalım ki; Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanarak, bu bahtsız ülkenin kaynaklarını biraz da biz yemek, bu bahtsız millete biraz da biz zulmetmek değil amacımız; Demokratik, Laik, Sosyal Hukuk Devleti için, parlamenter demokrasi için, güçler ayrılığı için, halkımıza bir nefes aldırmak için, çocuklarımıza güzel bir memleket bırakmak için bu seçimi kazanmak zorundayız… Hedefimiz bu “Zam Zulüm Yönetimi”ni demokratik yöntemlerle alaşağı etmektir. Kutsal amacımıza ulaşmak için kısır çekişmeleri bırakarak yekvücut olmak ve ülkemizin bütün yurtseverlerini kurtuluşa çağırmak zorundayız…
Bizim adaylarımız birer firavun değillerdir; demokrasiye, insan haklarına, güçler ayrılığına gönül vermiş Atatürkçülerdir… Ekrem Bey, Mansur Bey veya bir başka yurtsever halkın çıkarları dışında hiçbir iş yapmayacak ve yine halk tarafından denetleneceklerdir… Yoksul halkın vergilerini toplayıp bu milletin ansına sövenlere yedirmeyeceklerdir…
Sen ben davalarını bir yana bırakalım ve ülkemizi özgürleştirelim, yıkalım bu tek adam diktatörlüğünü, geleceğimizi ellerimizle, gençlerimizle, emeklerimizle birlikte inşa edelim…