Manşet Yaşam

Salgın ve Zaman Ekonomisi

Varoluşun en önemli faktörlerinden biri olan zaman, aynı zamanda insanın dünyayı algılayış şeklinin ve toplumsallığının da önemli bir etkenidir. Modern öncesi dönemdeki toplumlarda kozmolojik ve doğal olaylar temelinde döngüsel olarak algılanan zaman, sanayileşme ve modernleşmeyle beraber doğrusal bir kimlik kazanmaya başlamış; gök cisimlerinin düzenli ve döngüsel hareketleriyle beraber düşünülmekten tecrit edilerek saat ve takvimin ellerine teslim edilmiştir.

Modern öncesi dönemdeki tarıma dayalı arkaik toplumların mevsimsel ve günlük doğal döngülerle oluşturdukları toplumsallıkları, kapitalist sistem ve araçlarla beraber mekanik bir hâl almaya başlamıştır.

Dini ritüeller ya da törenlerle yinelenen Mitsel Zaman, arınma ve yeniden doğma anlamında modern dönem öncesi insan için, Büyük Zaman’ı, örnek olayı şimdileştirdiğinden büyük bir önem arz etmektedir. Fakat, zamanın ussallaştırılıp standartlaştırıldığı sanayi toplumlarında zaman, bir ölçü birimi hâline gelmiş ve emeğin ölçülmesinde kullanılan bir araç kimliği kazanmıştı.

Peki, zamanının algılanma şeklindeki bu değişimin sebebi nedir?

“Advice to a Young Tradesman” (1748) başlıklı makalesinde “vakit nakittir” (Paragraf2) diyen Benjamin Franklin, modern dönemdeki zaman algısının üretim-zaman ilişkisi temelinde basit bir anlatımını dile getirmiştir. Kurtuluş (Salvation) için gösterilen gayret ve boş durmadan, Tanrı’nın rızasını kazanmak için sürekli çalışmayı gerektiren Protestan çalışma ahlakıyla beraber ereksel bir kimlik kazanan zaman, kitaplı dinler için iyi değerlendirilmesi, boşa “harcanmaması” gereken bir olgudur. Bu durumu Max Weber şöyle dile getirmektedir:

Zamanı boşa harcama o halde bütün günahların ilki ve ilkesel olarak en ağır olanıdır. Yaşam süresi, kendi mesleğini düzgün biçimde yapmak için çok kısa ve çok değerlidir. “Boş konuşma”, “lüks” ve toplumsallaşma vasıtasıyla zamanı boşa harcama, bizzat sağlık için zorunlu olan – 6 ve en çok 8 saate kadar – uykudan daha fazlası, ahlaki olarak mutlak şekilde kınanması gereken şeylerdir. (2017:144)

Diğer bir değişle, “Weber’e göre, bir özdisiplin ve kendinden vazgeçme tutumu olan, harcamayıp tasarruf etme isteği Protestandan kapitaliste geçmiştir.” (Sennett, 2017: 119) Byung-Chul Han ise Weber’in bu görüşünü şöyle izah etmektedir:

Max Weber Protestan çileciliğinin kapitalizmin ruhunu önceden şekillendirdiğini tespit eder. Bu çilecilik, sermayenin oluşumuna yol açacak bir biriktirme zorunluluğunda ifade bulmuştur. Kişinin şan ve şerefine yaslanarak servetinin keyfini çıkarması küçümsenir. Sadece, daha fazla kâr etmek için sürekli uğraşmak insanı dindar yapar…” (2018: 98)

Dolayısıyla; “Sanayiciliğin kökleri onyedinci yüzyılın bilimsel devriminde ve daha da gerilerde, onsekizinci yüzyıldaki Protestanlıkta yatar.” (Kumar, 2013: 104).

Arkaik toplumlardaki kozmolojik olaylara göre düzenlenen “iş zamanı”, kapitalizmle beraber “iş disiplini” ile yer değiştirmiş ve bu durum, modern insanın baskıcı, sömürücü ve hegemonik bir çalışma hayatının yapaylığıyla sonuçlanmıştır. İş zamanının Frederick Winslow Taylor’ın savunduğu “bilimsel yöntem” ilkelerince düzenlenmeye başlamasıyla, üretim, emek ve zaman mekanikleşmiş; sanayileşmiş toplumlarda emek sürecine dahil olan kişiler, birim zaman uygulamasıyla ekonomikleştirilmiş zamanın kölesi haline gelmiştir. Kısa zamanda çok iş anlamındaki bu yeni zaman ekonomisini Alfred Sohn-Rethel şöyle açıklamaktadır:

Daha 1903’te, Shop Management adlı kitabında Taylor, “zamanetüdü, etüt edilen işin ne kadar sürdüğünü değil, ne kadar sürmesi gerektiğini saptamamızı sağlıyorsa amacına ulaşmış olur” demektedir. Ardından ilave eder: “Bunu başarmanın en iyi yolu, aslında kesin bir zamanlama yapmanın neredeyse tek yolu, işçilerin elindeki işi bileşenlerine ayırmak ve her bir parçanın gerektirdiği süreyi “birim zaman” olarak tespit etmektir.” Bir işin (birim cinsinden olsun olmasın) ne kadar süreceğine dair rastgele tespit edilmiş bir süreyi, sanki doğanın bağrından mucizevi bir şekilde türetilmiş ya da aklın bir kehanetiymiş gibi kendi başına geçerli bir ölçüt kabul etmek bilimsellik taslamaktan başka bir şey değildir kuşkusuz! (2011: 165)

Yani düzensiziklerle başa çıkarak, üretimin çokluğunu artırmak amacıyla uygulanmaya başlayan bu zaman etütleri, üretimin vazgeçilmez bir yardakçısı haline gelirken aynı zamanda zamanın da bir tüketim nesnesi haline gelmesine sebep olmuşlardır.

Zamanın kapitalizmin altında eriyerek, kapitalist sistemin bir çarkı haline gelmesindeki önemli etkenlerden bir başkası ise Fordizm’dir. Kısaca montaj hattı olarak açıklanabilecek bu sistem, Henry Ford tarafından kısa sürede kitlesel bir üretim sağlayabilmek amacıyla geliştirilmiştir. Ford’un amacını Sohn-Rethel şöyle açıklamaktadır:

Ford’un düşüncesi, tek bir araba modeline odaklanmaktı: “T modeli” adını verdiği aracı bizzat tasarlarken, basitlik, bakım ve onarım kolaylığı, hafiflik, ve çok amaçlı kullanım gibi kıstasları dikkate almıştı. Ford, otomobil pazarının sınırsız olduğunu gören ilk kişiydi. Bunun için gereken tek koşul, fiyatın o dönem için mümkün görünen seviyeden daha düşük tutulmasıydı. Diğer otomobil üreticileri çeşitli modellerde yüksek fiyatlı münferit arabalar tasarlıyor, zengin zümreden oluşan kısıtlı bir pazara hitap ediyordu. Ford’un düşünüş biçimini ise şu ünlü sözü özetliyordu: “Bir müşteri istediği renk otomobili satın alabilir, siyah olması kaydıyla. (2011: 170-171)

Dolayısıyla, Taylor tarafından geliştirilen zaman etütlerinin bir uzantısı olan Fordizm, işçiyi mekanik bir hat üzerinde konumlandırarak ona, bu hat üzerinde bir görev tanımlamıştır.

Ürünün belli bir parçası ya da kısmıyla ilgilenen bu işçilerin kalifiyeli olması şartı ortadan kalktığı için, işçilerin başka bir işçiyle değiştirilebilirliği mümkün kılınmış ve emek kimliksizleştirilerek işçi değersizleştirilmiştir. Dolayısıyla, “vasıfsız emeğin standart mallar üretmek üzere tek amaçlı makine başında işe koşulduğu Fordist kitlesel üretim örüntüsü” (Kumar, 2013:59) işverenin kârı için oluşturulan kitlesel bir üretim anlamına gelmektedir. Bütün bunlar E.P. Thompson’ın “Time, Work-Discipline and Industrial Capitalism” başlıklı makalesindeki “zaman artık para birimidir; geçmez, harcanır” (1967: 61) ifadeleriyle okunduğunda kapitalist sistemdeki zaman ve emek arasındaki koordinasyon ihtiyacı açık bir şekilde görülebilmektedir.

Tarihsel bağlamda incelendiğinde araçsal bir özellik kazanan zaman, salgın döneminde nasıl bir işlev kazanmıştır?

Kültürel ve toplumsal olaylarla doğrudan temas halinde olan birey, toplumsal olanın hem öznesi hem de nesnesi olarak düşünülebilir. Emek ve üretimin bir kısmının özel alana hapsedildiği bu salgın döneminde, zaman da küresel olan bu olgudan etkilenmiş ve çalışan kesimi doğrudan ya da dolaylı olarak etkilemiştir. Farklı meslek gruplarını farklı şekillerde etkileyen bu salgın dönemi, zaman ekonomisi bağlamında da değişikliklere yol açmıştır. Bu değişiklikler, şüphesiz, daha fazla mesai ve daha fazla emeği içermektedir. Yol ve yemeğe “harcanan zaman”, üretimin evlere taşınması ile üretime tahsis edilmiş, işçinin daha fazla mesai harcamasına sebep olmuştur. Sanayileşmeyle beraber ussallaştırılarak askeri bir kimlik kazandırılan zaman, bu salgın döneminde de muhteris açgözlü kapitalist sistemin lehine kullanılmış; işverenlerin çalışanlarına baskıcı ve sömürgen bir şekilde yeni çalışma planlamaları yapmalarını kolaylaştırmıştır.

Kamusal alandaki sosyalliğini yitiren bireyler, günlük ve doğal olandan da uzaklaşınca, özel alanda yabancılaşmış bir üretim sürecine dahil edilmişlerdir. Çeşitli ihtiyaçlar için özgülenen zaman, evden çalışmak zorunda kalan insanların sırtına yüklenmiş; bu da, çalışanların eskisinden daha mümasil, baskıcı ve sömürgen bir zaman algısını deneyimlemelerine yol açmıştır. Kapitalist sistemde nitelliğini kaybedip ölçü-birim anlamında nicel bir özellik kazanan zaman, hem evde hem de dışarıda çalışan kişiler için, daha bunaltıcı ve kısıtlayıcı bir hale gelmiştir. Toplantıların daha sık yapıldığı, geri dönütlerin ya da bildirilerin daha sık istendiği bu salgın dönemi, zamanın yeniden düzenlenmesine ve ehlileştirilmesine yol açmıştır. Buna ek olarak, eril sistem tarafından kadınlara atanan ev ve bakım işleri, evden çalışmak zorunda kalan kadınlar için bu salgın döneminde “sürekli mevcut” kılınmış; kadınların ev ve bakım işlerine harcadıkları zamanı da artırmıştır. Yani, hem iş yükünün hem de ev işleri yükünün artmasıyla bu salgın döneminden en olumsuz etkilenen grup kadınlar olmuştur.

Peki, birçok ofis işinin evden de yapılabildiğini gösteren bu salgın dönemi salgın sonrası iş hayatını nasıl etkileyebilir?

Kişinin yemek yeme ya da ulaşım gibi belli faaliyetler için gereksinim duyduğu süreyi, işçiyi eve hapsederek üretime dahil eden bu küresel olgu, kişiye daha fazla emek yükleyerek, kişinin iş yükünü artırmış ve diskalifiye edilebilecek işçiler olduğunu salık vermiştir. Yani, bu salgın dönemiyle yeniden düzenlenen bu zaman ekonomisi, işçiler arasında pay edilen iş yükünü daha az kişiye yükleyerek bazı işçilerin gözden çıkarılmasına yol açmıştır. Erkek egemen iş dünyasında gözden çıkarılacak çalışanların çoğunun kadın işçiler olabileceği düşünüldüğünde ise gözü doymaz kapitalist sistemin ve kadını ikincil gören ataerkinin işbirlik içinde olduğu ve kadınların bu salgın döneminden olumsuz etkilendiğini söylenebilir. Tarihsel bağlamda bakıldığında erkekler kadar güvende olmayan kadınların, salgın sonrasında da eril hegemonyanın kurbanları olmaya devam edecekleri söylenebilir. Kadınları, azınlıkları ve diğer “ötekileri” ezen kapitalist erkek düzenin yıkılması ve yerine eşitlikçi, herkesi ve her türden farklılığı kapsayan bir tekillik kurulması gerekmektedir.

KAYNAK:https://gaiadergi.com/salgin-ve-zaman-ekonomisi/

İlgili Yazılar

Pandemi sonrası spora dönüşte dikkat edilecek 7 nokta

TOKATtan Haber

Sigara Yasağının Kapsamı Genişliyor: Tavanı Açılır Kapanır Alanlar da Artık ‘Kapalı Alan’ Olarak Kabul Edilecek

TOKATtan Haber

Tokat Belediyesi tarım arazilerinin imara ve yapılaşmaya açılması ısrarından bir an önce vazgeçmelidir. (6)

TOKATtan Haber

Yorum Yaz